2. İstanbulun Feth-i 2. Bölüm. Timurtaş Uçar Hoca
Aziz ve asil kardeşlerim,
Sübhaneke lâ ilme lena illâ mâ allemtenâ inneke ente'l-alîmü'l-hakîm.
Sadıkallâhu'l-azîm.
Ve belleğenâ Resûlühü'l-Nebiyyü'l-Kerîm.
Rabbi şrahli sadri ve yessirli emri ve hlül'ugdetem min lisâni yefkahu kavli. Amin.
اَمَّا بَعْدُ فَالْاَوَّلُ اللّٰهُ وَالْاٰخِرُ اللّٰهُ وَالظَّاهِرُ اللّٰهُ وَالْبَاطِنُ اللّٰهُ
فَمَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ اللّٰهُ فَمُعِينُهُ فِي الدَّارَيْنَ اللّٰهُ فَمَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ غَيْرُ اللّٰهُ فَخَصْمُهُ فِي الدَّارَيْنَ اللّٰهُ
لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ هُوَ الْحَقُّ الْم
Muhammedur Rasulullahi Sadikul Va'dil Emin.
Aziz müminler, asil müslümanlar, yeryüzüne ezeli ve ebedi bir dava için gelmiş bulunan müslümanlar, o davayı tahakkuk ettirinceye kadar dünya üzerinde sükunet bulmaya, huzur bulmaya, rahat etmeye, istirahat etmeye imkân ve ihtimal bulamayacaklardır.
Davıyı tahakkuk ettirinceye kadar.
Nedir yeryüzünde Müslümanın peşinde koşması gereken dava nedir?
Bunu yine Kur'an-ı Kerim'den öğreneceğiz. Ve bunu tespit ettikten sonra Sultan Fatih'in İstanbul'u fethi üzerinde biraz daha değişik açıdan, biraz daha başka bir yönden durmaya çalışacağız.
Aziz müminler, Kur'an-ı Mübin Müslümanlara şöyle bir emir veriyor. Bakara suresinin 193 numaralı ayeti: Ey müminler ve müslümanlar! Yeryüzünde fitne ve fesat kalmayıncaya kadar Dini Celil-i İslam'ın bütün yeryüzüne hakim olmasına kadar, Dini Celil-i İslam'ın Allah'ın oluncaya kadar, kâfirlerle, din düşmanlarıyla mücadele etmeye, mukatele etmeye devam ediniz. dediği oluncaya kadar, yeryüzünde Allah'ın hükmü geçinceye kadar, bütün kıtalarda İslam'ın hükmü geçerli oluncaya kadar mücadeleye devam ediniz.
Gazaya, cihada devam ediniz. Cihada devam ediniz hükmü böylece Kur'an'da kesinlikle yer almış bulunuyor.
Demek ki aziz müminler, din, yeryüzünde din Allah'ın oluncaya kadar, ne demek bu? Allah katında din, hepinizce bilindiği gibi İslam'dan başkası değildir.
اِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ
Allah katında din ancak İslam'dır. Ancak İslam. Ve yeryüzünde din diye kıtalarda, dünya üzerinde insanlığın din zannettiği, din, dini inançlar zannettiği, batıllar, hurafeler, haksızlıklar ortadan kalkıp da dünyaya Allah'ın dini hâkim oluncaya kadar ehl-i küfürle mücadele edin.
Ayet. Bakara suresi 193 numaralı ayet.
İşte bu ayet-i kerimenin ışığında İstanbul'un fethine bakacağız. Ve en sabit nokta buradan başlayacak.
Efendiler, bakınız bu vazife terk edilirse ne olur? Bunu da Kur'an'dan şimdi arz edeceğim.
İstanbul'u fethetmek üzere Sultan Fatih'den önce ilk defa Emeviler zamanında, Emeviler zamanında Abdurrahman bin Velid kumandasında bir İslam ordusu gelmiştir İstanbul'a. İslam ordusu, Hazreti Muhammed Mustafa aleyhissalatu vesselam Efendimizin mübarek ruhunu Allah'a teslim ettiği tarihten elli altı sene sonra İstanbul'a bir İslam ordusu gelmiştir.
Devir Emeviler devridir. Kumandan Abdurrahman bin Velid'dir. Sonra bu ordunun esası sahabedir. Ashab-ı Muhammed Mustafa'dır. Sahabe ordusu. Bu ordunun içerisinde doksan küsur yaşına varmış, saçları beyaz, gözleri dipdiri, kulakları bütün Kur'an'ı açık, gönlünde Allah'tan başka bir sevda bulunmayan Hazreti Eyyub Sultan da var.
Eyyub Sultan, İstanbul'a geldiler, Konstantiniyye. İstanbul'un İslami kaynaklarda adı Konstantiniyedir. Yani Konstantin şehri, Konstantinler şehri.
Eyüp Sultan, Bedir Cengini görmüş bir sahabi, Uhud Cengini görmüş bir sahabi, Hendek Harbi'ni görmüş bir sahabi, Hz. Habibullah'ı yedi ay evinde misafir etmiş sahabi, Rasulü Zişanımızın akrabası, sancaktarı, bahtiyarı İstanbul'a gelmiş.
Bir münakaşa yapılıyor. İstanbul'un etrafında öyle korkunç surlar var ki, hisarlar surlar, sur ile kaplı. O surları delmek, yıkmak, yırtmak mümkün değil. Kaç bin defa tecavüz edilmek istenmişse de muvaffak olunamamış. İstanbul'un etrafı öyle müstahkem, öyle kuvvetli, kudretli taşlarla örülmüş, surlarla çekilmiş ki giriş mümkün değil. Öyle bir kale içine almışlar. Bu kalanın üzerine çıkıp içeriye atlamak, doğrudan doğruya tehlikenin içine atlamak.
Bu mevzular konuşulurken sahabeden bir kısmı İstanbul surlarının üzerine çıkıp da içeriye atlamak iradesini ortaya koydukları zaman bir kısmı şu âyet-i kerimeyi okuyorlar.
وَاَنْفِقُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ
وَلَا تُلْكُوا بِاَيْدِيكُمْ اِلَى التَّهْلُكَ
Ayet. Bu da Bakara suresinin 195 numaralı ayeti.
Ey Allah'ın kulları! Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın! Ayetini okuyorlar. Ve bunu bu manada tefsir etmeye çalışıyorlar.
Orada Eyüp Sultan kalkıyor. Bütün heybetiyle ayağa kalkıyor. Bu âyetin manası bu değildir diyor. Bu âyet-i kerime,
وَلَا تُلْكُوا بِاَيْدِيكُمِ لَتَّهْلُكَ
Kendinizi tehlikeye atmayın. yet-i kerimesi nâzil olurken, Hazret-i Peygamber'e gelirken, ben o esnada oradaydım diyor. yet nâzil olurken oradaydım. Bu manada gelmedi. Biz Allah Rasulüne şöyle söylemiştik de bu ayet şöyle gelmişti diyor. Demişler ki ashab-ı kiram, bütün cenkleri kazanmışlar, Uhud'u, Hendek'i, Bedir Harbi'ni kazanmışlar, etrafı susturmuşlar, çevrede hakimiyet dini İslam'ın eline geçmiş.
Artık o civarda müşrik kalmamış, putperest kalmamış, hepsini İslam'a çevirmişler. Ve sonra Resulullah'a demişler ki, ''Ya Resulallah, Allah bize nusret verdi, Arabistan yarımadasında İslam'ı hakim hale getirdik. Artık bundan böyle vazife bitti. Bize müsaade edin de evimizle, barkımızla uğraşalım, eşya toplayalım. Bir de biraz zengin olalım, mal yığalım, madde toplayalım. Evimizle, barkımızla uğraşalım.''
Biraz istirahat edelim, biraz dinlenelim, biraz yatalım, dinlenelim dedik diyor Eyüp Sultan. Resulullah'a böyle söyledik. Efendimiz bir dakika daldı daha ağzından bir kelime çıkmadan Arş-ı Ala'dan Cebrail geldi. Cihadı, gazayı, savaşı, kâfirlerle mücadeleyi terk etmek suretiyle kendinizi tehlikeye atmayın ayeti geldi diyor.
Gazayı terk ederseniz, savaşı terk ederseniz, mücadeleyi bırakırsanız eşya peşine, madde peşine, menfaat peşine, yazlık saraylar, kışlık köşkler peşine, madde menfaat peşine koşar da İslam'ı hakim kılma davasını, yeryüzünde Allah'ın hükmü geçinceye kadar,
bütün kıtalarda İslam'ın hükmü geçerli oluncaya kadar mücadeleye devam ediniz.
Gazaya, cihada devam ediniz.
Cihada devam ediniz hükmü böylece Kur'an'da kesinlikle yer almış bulunuyor.
Demek ki aziz müminler, din, yeryüzünde din Allah'ın oluncaya kadar, ne demek bu? Allah katında din, hepinizce bilindiği gibi İslam'dan başkası değildir.
اِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ
Allah katında din ancak İslam'dır. Ancak İslam. Ve yeryüzünde din diye kıtalarda, dünya üzerinde insanlığın din zannettiği, batıllar, hurafeler, haksızlıklar ortadan kalkıp da dünyaya Allah'ın dini hâkim oluncaya kadar ehl-i küfürle mücadele edin.
Ayet. Bakara suresi 193 numaralı ayet.
İşte bu ayet-i kerimenin ışığında İstanbul'un fethine bakacağız. Ve en sabit nokta buradan başlayacak.
Efendiler, bakınız bu vazife terk edilirse ne olur? Bunu da Kur'an'dan şimdi arz edeceğim.
İstanbul'u fethetmek üzere Sultan Fatih'den önce ilk defa Emeviler zamanında, Emeviler zamanında Abdurrahman bin Velid kumandasında bir İslam ordusu gelmiştir İstanbul'a. İslam ordusu, Hazreti Muhammed Mustafa aleyhissalatu vesselam Efendimizin mübarek ruhunu Allah'a teslim ettiği tarihten elli altı sene sonra İstanbul'a bir İslam ordusu gelmiştir.
Devir Emeviler devridir. Kumandan Abdurrahman bin Velid'dir. Sonra bu ordunun esası sahabedir. Ashab-ı Muhammed Mustafa'dır. Sahabe ordusu. Bu ordunun içerisinde doksan küsur yaşına varmış, saçları beyaz, gözleri dipdiri, kulakları bütün Kur'an'ı açık, gönlünde Allah'tan başka bir sevda bulunmayan Hazreti Eyyub Sultan da var.
Eyyub Sultan, İstanbul'a geldiler, Konstantiniyye. İstanbul'un İslami kaynaklarda adı Konstantiniyedir. Yani Konstantin şehri, Konstantinler şehri.
Eyüp Sultan, Bedir Cengini görmüş bir sahabi, Uhud Cengini görmüş bir sahabi, Hendek Harbi'ni görmüş bir sahabi, Hz. Habibullah'ı yedi ay evinde misafir etmiş sahabi, Rasulü Zişanımızın akrabası, sancaktarı, bahtiyarı İstanbul'a gelmiş.
Bir münakaşa yapılıyor. İstanbul'un etrafında öyle korkunç surlar var ki, hisarlar surlar, sur ile kaplı. O surları delmek, yıkmak, yırtmak mümkün değil. Kaç bin defa tecavüz edilmek istenmişse de muvaffak olunamamış. İstanbul'un etrafı öyle müstahkem, öyle kuvvetli, kudretli taşlarla örülmüş, surlarla çekilmiş ki giriş mümkün değil. Öyle bir kale içine almışlar. Bu kalenin üzerine çıkıp içeriye atlamak, doğrudan doğruya tehlikenin içine atlamak.
Bu mevzular konuşulurken sahabeden bir kısmı İstanbul surlarının üzerine çıkıp da içeriye atlamak iradesini ortaya koydukları zaman bir kısmı şu âyet-i kerimeyi okuyorlar:
وَاَنْفِقُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا تُلْكُوا بِاَيْدِيكُمْ اِلَى التَّهْلُكَ
Ayet. Bu da Bakara suresinin 195 numaralı ayeti.
Ey Allah'ın kulları! Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın! Ayetini okuyorlar. Ve bunu bu manada tefsir etmeye çalışıyorlar.
Orada Eyüp Sultan kalkıyor. Bütün heybetiyle ayağa kalkıyor. Bu âyetin manası bu değildir diyor. Bu âyet-i kerime, وَلَا تُلْكُوا بِاَيْدِيكُمِ لَتَّهْلُكَ Kendinizi tehlikeye atmayın.
yet-i kerimesi nâzil olurken, Hazret-i Peygamber'e gelirken, ben o esnada oradaydım diyor. yet nâzil olurken oradaydım. Bu manada gelmedi. Biz Allah Rasulüne şöyle söylemiştik de bu ayet şöyle gelmişti diyor. Demişler ki ashab-ı kiram, bütün cenkleri kazanmışlar, Uhud'u, Hendek'i, Bedir Harbi'ni kazanmışlar, etrafı susturmuşlar, çevrede hakimiyet dini İslam'ın eline geçmiş.
Artık o civarda müşrik kalmamış, putperest kalmamış, hepsini İslam'a çevirmişler. Ve sonra Resulullah'a demişler ki, ''Ya Resulallah, Allah bize nusret verdi, Arabistan yarımadasında İslam'ı hakim hale getirdik. Artık bundan böyle vazife bitti. Bize müsaade edin de evimizle, barkımızla uğraşalım, eşya toplayalım. Bir de biraz zengin olalım, mal yığalım, madde toplayalım. Evimizle, barkımızla uğraşalım.''
Biraz istirahat edelim, biraz dinlenelim, biraz yatalım, dinlenelim dedik diyor Eyüp Sultan. Resulullah'a böyle söyledik. Efendimiz bir dakika daldı, daha ağzından bir kelime çıkmadan Arş-ı Ala'dan Cebrail geldi. Cihadı, gazayı, savaşı, kâfirlerle mücadeleyi terk etmek suretiyle kendinizi tehlikeye atmayın ayeti geldi diyor.
Gazayı terk ederseniz, savaşı terk ederseniz, mücadeleyi bırakırsanız eşya peşine, madde peşine, menfaat peşine, yazlık saraylar, kışlık köşkler peşine madde menfaat peşine koşar da İslam'ı hakim kılma davasını, yeryüzünde Allah'ın hükmünü ibka davasını, cihadı, gazayı, savaşı terk ederseniz kendi kendinizi tehlikeye atmış olursunuz diye Allah'tan ayet geldi diyor.
Ayete bakın!
İşte bu ayetlerin ışığı altında İstanbul'un fethini inceleyeceğiz. Göreceksiniz ki, aziz müminler, Sultan Fatih, İstanbul'u fethetmek suretiyle Avrupa'da ve Asya'da küfür üzerine kurulmuş bulunan yirmi küsur devleti, kâfir devleti ortadan kaldırmıştır. Bu ayetlerin ışığında, yeryüzünde küfür üzerine kurulmuş yirmi küsur devleti, devleti kâfireyi, kâfir devleti yeryüzünden ve haritadan silmiş. Kim silmiş? Sultan Fatih silmiş! Bu dava için! Üç tane imparatorluğu ortadan kaldırmış Sultan Fatih!
Tarihten ve coğrafya sahasından yirmi türlü, yirmi küsur devleti, üç tane imparatorluğu tarihten ve coğrafyadan silmiş ve onların yerine İslam'ı hakim kılmış Sultan Fatih! Ve hükümdar olduğu müddet içinde sultanlığı, hükümdarlığı zamanı içerisinde kendi devrinde üç yüz seksen tane cami inşa ettirmiş. Üç yüz seksen! Sultan Fatih! Gayesi, Sultan Fatih'in gayesi, yeryüzünde Allah'ın dinini hakim kılmak! Bunun dışında hiçbir gayesi yok! Burayı anlamak lazım! Cihattan başka, gazadan başka, Allah'ın dinini hakim kılmaktan başka bir gayesi yok Sultan Fatih!
Bu gayenin dışında Fatih'i bulamayız! Bu davanın dışında Sultan Fatih yoktur. Ve İslam'ın da gayesi budur. Bakınız bu ayet-i kerimeleri bir hadis-i şerif şöyle izah ediyor.
مَنْ مَاتَ وَلَمْ يَغْزُ وَلَمْ يَنْوِ مَاتَ مَيْتَةً جَاهِلِيَّةً
Manaya dikkat ediniz.
مَنْ مَاتَ
Hangi Müslüman ölürse, velem yağzü gaza etmeden, cihad etmeden ölürse, Allah'ın dinini hâkim kılıncaya kadar evinde, memleketinde, cemiyetinde, çevresinde, dünyasında, nefsinde...
Neslinde Allah'ın hükmü geçinceye kadar mücadele etmeden ölürse, ve len yenvi,
bu mücadeleye karar vermeden,
niyet etmeden ölürse mate meyteten cahiliyeten,
aynen Ebu Cehil gibi kâfir olarak ölmüştür.
İslam'ın hakim olmasıdır dava.
Vallahi bundan başka dava yoktur.
Bu hadisi şerifi şerh eden, izah eden âlimler
şöyle izah ediyorlar: Bir Müslümanın ayakları
ömrü boyunca Kâbetullah yolunda gidip gelmekle aşınsa,
bir Müslümanın dudakları Kur'an okumakla aşınsa,
bir Müslümanın parmakları tesbih çekmekle aşınsa,
bir Müslümanın yüzü secde etmekle aşınsa ama o Müslümanda yeryüzüne Allah'ın dinini hakim kılmak için gaza ve cihat gayreti, hasreti, rağbeti,
niyeti olmadan kalbinde Allah'ın dini hakim olsun da yeryüzünde hükmü İlahi geçsin
diye bir niyet ve gayret olmadan ölse o Müslüman kâfir olarak ölmüştür diyor.
Yeryüzüne İslam hükmediyor mu bugün?
İstanbul'a İslam hükmediyor mu bugün? Soruyorum!
Parti pırtı ayırmadan soruyorum!
Zengin fakir ayırmadan soruyorum!
Kadın erkek ayırmadan soruyorum size! Bugün din-i İslam,
İstanbul'a hükmedebiliyor mu? Bunun sualini vereceksiniz!
Bu sualin cevabını vermeye mecburuz! Sultan Fatih'in zamanında
İstanbul'a İslam hakim idi. Şimdi İslam hakim midir? Hakimiyet İslam'ın mıdır?
Şu caddelere, sokaklara İslam hakim midir? Deniz kıyılarına, caddelere, etrafa,
mekteplere, kitaplara, televizyon ekranına, radyo mikrofonuna,
gazetelere İslam hakim midir, değil midir?
Bu netice elde edilinceye kadar çalışmayan, mücadele etmeyen, bu davada canını malını harcamayanlar,
kıldıkları namazla beraber cehenneme gideceklerdir. İslam hakim olacak. Sultan Fatih'in derdi,
davası, sevdası buydu.
Yeryüzünde İslam hakim olsun diye başka ne olabilirdi ki?
وَقَاتِلُوهُمْ Onlarla çarpışın. Bu emri veren Allah'tır.
حَتَّى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ Yeryüzünde Allah'ın kullarını Allah'a ibadet etmekten geri koyan fitneler kalkıncaya kadar.
Bugün Allah'ın kullarını Allah'a ibadet etmekten geri koyan
bunca musibetler varken Müslüman nasıl huzur duyabilir?
Müslüman nasıl mes'ud olabilir?
وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلّٰهِ Bir diğer ayette,
bütün din Allah'ın oluncaya kadar. Din Allah'ın hükmüdür.
Allah'ın hükmü geçinceye kadar. Bugün İstanbul'da Allah'ın hükmü geçmiyor.
Bütün mahalle bakkalları meyhaneye dönmüş.
Eğer İstanbul'da Allah'ın hükmü geçseydi, kimse bir damla içki içemeyecekti.
Eğer deniz kıyılarında, deniz sahillerinde Allah'ın hükmü geçseydi,
kadınlarla erkekler hayvani bir iştahla beraber denize giremeyeceklerdi.
Bugün Allah'ın hükmü geçseydi Aksaray meydanında ayakta kimse kadın satamayacak,
kimse şarap içemeyecekti. Eğer Allah'ın hükmü geçseydi İstanbul Boğazı'nda,
meyhanelerde, gazinolarda, diskoteklerde alenen zina edilemeyecekti. Eğer Allah'ın
hükmü geçseydi İstanbul'da okullarda ve üniversitede kimse Allah'ı inkâr edemeyecekti.
Eğer İslam'ın hükmü geçseydi televizyonda aşk gemisi namında zina ve fuhuş hareketi gösteremeyecekti. Demek ki İslam hakim değildir. Sen istediğin kadar namaz kıl.
Eğer senin davan ve derdin İslam'ı hakim kılmak değilse o namaz seni cehenneme götürecektir.
Gayen bu değilse. Çünkü işin aslı budur. Hocam sen bunu nereden söylüyorsun?
Kur'an'dan söylüyorum. Hepinizin ezbere bildiği bir sure var.
Erah-ı Eytel-Lezî suresi ki Kur'an-ı Kerim'de Maun suresi diye geçer.
Erah-ı Süreyi biliyorsunuz. O sure içinde namaz kılanlarla alakalı
korkunç bir ayet var. Namaz kılanlarla.
Namaz kılmayanlarla değil, namaz kılanlarla alakalı bir ayet. Ama korkunç bir ayet.
Ne diyor Hz. Allah?
فَوَيْلٌ
لِلْمُصَلِّينَ اَلَّذ۪ينَهُمْ اَلَّذ۪ينَهُمْ
Ya Rabbi bu ayet-i kerimenin karşısında ürküyorum,
ürperiyorum ve korkuyorum. Rabbül Alemin buyuruyor ki,
sadece namaz kılmaktan ibaret bir İslam anlayışı içinde.
Ben namazımı niyazımı kılıyorum ya benim vazifem bitmiştir deyip de kızına,
karısına, oğluna, yavrusuna, cemiyetine, cemaatine,
yönetimine aldırış etmeyen, İslam mı değil mi?
Benim evimde İslam yaşanıyor mu yaşanmıyor mu?
Okuduğum gazetede fahişelerin resmi var mı yok mu?
Seyrettiğim televizyona İslamiyet hakim mi değil mi diye düşünmeden, dert etmeden,
sevda etmeden sadece namaz kılıp da cemiyetin gidişini, rezaletlerini görmeyen,
namaz kılmaktan ibaret bir İslam anlayışı taşıyan ve böylece namaz kılanlar cehennemin en altındaki azaba gark olacaklardır diyor. Ayet kardeşim,
Kur'an söylüyor. Feveylün lil musallin. Vay şu namaz kılanların haline. Ayet.
Cehennemin en altındaki azap derekesi, cehennemin en altındaki azab-ı ilahinin tecellisi,
ben namaz niyaz kılıyorum ya, başka kimseye karışmam, etliye sütlüye karışma arkadaş,
kıl namazını cennete gidersin deyip de böyle namaz kılanlar,
vallahi cehennemin en altına gideceklerdir. Ayet-i ilahiyedir. Ne zannediyorsun sen İslam'ı?
Yaşadığın cemiyete İslam hakim oluncaya kadar durmayacaksın.
Sen duruyorsun, sen uyuyorsun. Sultan Fatih durdu mu?
Evet.
O halde şimdi İstanbul fethine girebiliriz bu girişten sonra.
Aziz müminler, asil Müslümanlar, Sultan Fatih, rahmetullahi teâlâ aleyh.
Allah'ın sonsuz rahmeti onun üzerine olsun inşallah.
Sultan Fatih. Hazreti Fatih Sultan Muhammed Han.
Resmi unvan bu. Bütün hazırlıklarını yaptı. İstanbul'a, hakim olmak,
İstanbul'a nefsiyle değil diniyle hakim olmak, dinini hakim kılmak İstanbul'a derdi, davası, düşüncesi bu.
Bunun için bütün hazırlıklarını ikmal etti Sultan Fatih.
Dini bir dava olarak ortaya çıktığı için de o günkü alem-i İslam'da ne kadar ulema, ne kadar evliya,ne kadar derviş, ehlullah varsa hepsine davetiye yazdı,
gelin İstanbul'un fetih hareketine katılın dedi.
Yeryüzündeki bütün İslam dünyasına name yazıyor,
mektup yazıyor Sultan Fatih, ne kadar evliya varsa,
ulema varsa, aşıklar, salihler, zakirler, fakirler, dervişler, sufiler, tarikat erbabı hepsini
topluyor saflarında. Bugün Okmeydanı dediğimiz, Kasımpaşa'da olan saha.
Okmeydanı dediğimiz sahanın ortasında bütün bu Allah dostları için, ehlullah için,
evliyaullah için muazzam bir karargah inşa ediyor. Hepsini orada topluyor.
Benim askerlerim top güllesi atarken, benim askerlerim ok atarken, siz de
Ulema'ya, Kur'an'a, sünnete, evliyaullah'a itimatlarını imtihan etmektedir. İmtihan içinde imtihan. Allah-u Teala imtihan etmek istediği bir kulun başına baş ağrısı verir. Baş ağrısı. Başın ağrır, ağrır, ağrır. O ağrıya, musibete ilahi kanunlar dahilinde sabreden gidersen imtihanı kazanırsın, sabretmesen cehenneme odun olursun. İmtihan ediyor. Evet. Nihayet öyle bir an geliyor ki Sultan Fatih iyice sıkılıyor. Değil de sıkılıyor. Çok yakın dostu ve sırdaşı Bursalı Ahmet Paşa'yı yanına çağırıyor. Bursalı Ahmet Paşa. "Gel bakayım buraya," diyor.
"Benim sultanım, efendim, hocam Akşemseddin hazretleri İstanbul'un fethi nasip olacaktır dedi ama hâlâ bir işaret yok. Gizlice git, tekrar emrini, fermanını ve ne görüşte olduğunu bana getir," Ahmet Paşa diyor. Gizlice Ahmet Paşa geliyor, yaklaşıyor çadırına Akşemseddin'in ve diyor ki, "Efendi hazretleri, sultanın efendim gönderdi. Soruyorlar, hocamın sözüne, hocamın işaretine sonsuz itimadım var. Ama fetih ne zaman ve nasıl müyesser olacak, bize bir ümitle bir haber versin dediler," diyor. Haber! Eğilip kulağına Ahmet Paşa'nın Akşemseddin Hazretleri, "Git sultanıma söyle, merak etmesin!
Bunca ehlullah burada, bunca cindullah burada, bunca asakir-i İslamiye buradayken, İstanbul'u zapt etmeden gitmeyeceğiz," diyor, "Git söyle sultana, merak etmesin!" Ahmet Paşa geliyor, "Sultanım böyle böyle söyledi," diyor. Sultan Fatih kabına sığmıyor. Celallenmiş dehşet içinde, "Hayır paşa hayır," diyor! "Hocama git, veli nimetime git! Fethin ne zaman olacağını, saatini, saniyesini, dakikasını bana haber versin, yoksa karışmam!" diyor!
"Saklamasın! Fethin ne zaman olacak? Vaktini ve saati istiyorum," diyor! Geliyor Bursalı Ahmet Paşa, "Efendi Hazretleri Sultan Gadaplı, Sultan Celalli," diyor. Fethin hangi saatte nasip olacağını soruyor. Bunun üzerine yine gizli bir emir veriyor, haber veriyor. Muhasaranın ellinci günüdür, elli gündür çarpışıyorlar. Netice yok. "Git sultanıma söyle," diyor. 29 Mayıs. 1453 Salı günü biliyorsunuz fetih nasip oldu. Bir gün evvel Pazartesi günü mübarek Pazartesi günü biliyorsunuz Hz. Muhammed Mustafa aleyhisselatu vesselam efendimiz Pazartesi dünyaya gelmişlerdir. Dünyayı şereflendirmişlerdir.
Pazartesi. Pazartesi günü diyor Akşemseddin, "Sultanıma söyleyin gizlice askerlere istirahat versin. Kimse bir tane ok atmasın, top atmasın. İstirahat! Herkes silahlarıyla meşgul olsun, bakım yapsın, bakım, bakım. Herkes silahını temizlesin, sakin, ses çıkmasın, sada çıkmasın. Bütün gece kimse uyumasın, herkes namaz, namaz, namaz, teravih namazına kalksın," diyor. "Kimse uyumasın gece." Emir verilmiştir. Sultan Fatih aynen Akşemseddin'in talimatını harfine vallahi uygulamıştır. Şimdi İstanbul'un fethine iştirak etmiş bulunan Akşemseddin'in büyük oğlu var. Akşemseddin Maneviyat Sultanı. Akşemseddin'in büyük oğlu o da katılmış asker meşveretine. Ve şimdi o naklediyor, diyor ki, "Babamın Sultan Fatih'e verdiği talimattan haberim oldu ama yüreğim heyecanla atıyordu," diyor. "Ya babamın söylediği gibi çıkmazsa, kâinata rezil olursak ne olacak," dedim diyor. Korku, endişe sardı yüreğimi diyor Akşemseddin'in oğlu. Fırsatımı buldum, şafaktan evvel, gece yarısından sonraydı, babamın çadırına yaklaştım diyor. "Babam Akşemseddin'in çadırına yaklaştım. Bakayım ne oluyor, ne hadise var. Manzara ne? Baktım nöbetçiler dikilmiş," diyor. "Kapıda duran kardeşimiz o parlayan şeyi kaldırsın. Tam çadırın yanına yaklaştım," diyor.
"Nöbetçiler bekliyor. Çadırın içine kimse sokulamıyor. İstesem de diyor kimse müsaade etmedi. Babam tembih etmiş kimseyi çadırına yanaştırmayın. Bir fırsatını buldum," diyor. "Nöbetçilerin arasından sızdım. Çadırın yanına geldim. Çadırın bir ucundan kaldırıp içeriye baktım ki," diyor, "babam seccadeyi, üzerinde namaz kıldığı seccadeyi bir kenara atmış. Kupkuru yere alnını koymuş, gözünden akan yaşlar, vallahi topuğundan akıyor," diyor. "Yalvarmış, sarığını kaldırıp atmış, sarığını bir tarafa çıkmış ve yalvarıyor, 'Allah'ım arşın altında, Habibim Muhammed Mustafa'yı ve beni mahcup etme,' diyor. Feryat içinde, saçları gözyaşıyla sulanan çamura batmış, yüzünü tanıyamadım babamın," diyor.
"Pençe pençe, dolanmış düşmüş, postu bir tarafa, sarık bir tarafa, her şey bir tarafa, yamanmış arzın üzerine bir feryat içinde bağırıp çağırıyor, 'Allah'ım bizi mahcup etme,' diyor. Baktım İstanbul'un surlarında hiçbir hareket yok. Askerlerin tekbir sesleri başladı. Çadırın tekrar ucunu açtım, baktım ki babam eller, çamurlu ellerini gözyaşlarıyla ıslanan çamurlarla yüzüne sürüyor. 'Ya Rabbi bize fethi nasip ettiğin için sana hamdü sena olsun,' diyor ve dua ediyor. O anda İstanbul'un surlarına baktım ki Ulubatlı Hasan cihat bayrağını dikmiş orada yere," diyor. "Ve fetih müyesser olmuştu.
Öğleye doğru akın akın İslam askerleri İstanbul'a dolmuşlar ve İstanbul teslim olmuştur. İçeriye girerken İstanbul'a, Bursalı Ahmet Paşa diyor ki menkıbesinde, 'Sultan Fatih'le göz göze geldim,' diyor, "İstanbul'a girerken, 'Sultanım memnunsunuz değil mi? Memnunsunuz değil mi?' dedim," diyor. 'Evet tabii memnunum ama senin düşündüğün gibi değil,' dedi," diyor Ahmet Paşa. 'Ben İstanbul'un fethedildiğine değil, hocam ve sultanım Akşemseddin'in mahcup olmadığına seviniyorum,' dedi," diyor. "Allah bizi mahcup etmedi. İstanbul'a girdik, şükür secdelerine uzana uzana ve içeriye bembeyaz bir atın üzerinde, küheylan, 22 yaşındaki arşın üzerinde en ağır bir kumandan o gün, Sultan Fatih. 22 yaşında delikanlı.
İstanbul'a girişte patrikler, papazlar, cümle erkanı Hristiyaniyan, çiçeklerle, altın anahtarlarla Sultan Fatih'i karşılamaya gelmişlerdi. Şehir teslim oluyor. Gelmişler cübbeli cübbeli papazlar, patrikler, neyse kapının ağzında, İstanbul'a giriş noktasında bembeyaz bir atın üzerinde, yirmi iki yaşında delikanlı ile karşı karşıya gelmişler. Ama hemen sağ tarafında, yanı başında, sakalı göğsüne kadar uzanan, bembeyaz nur saçlı Akşemseddin'i de görmüşler.
Acaba İstanbul'u fetheden Fatih bu yaşlı ihtiyar mı, bu genç delikanlı mı diye merak etmişler. Karar verememişler. Olsa olsa bu yaşlı ihtiyar olur, delikanlıların kârı mıdır demişler, bu ihtiyardır Fatih. Elllerindeki çiçekleri ve sair şeyleri Akşemseddin hazretlerine götürmüşler. "Al şehri sana teslim ediyoruz ey Fatih," demişler. Akşemseddin gözünün ucuyla, "Ben Fatih değilim. Fatih şu atın üzerindeki 22 yaşında arşın üzerinde en ağır bir kumandan o gün, Sultan Fatih. 22 yaşında delikanlı. İstanbul'a girişte patrikler, papazlar, cümle erkanı Hristiyaniyan, çiçeklerle, altın anahtarlarla Sultan Fatih'i karşılamaya gelmişlerdi. Şehir teslim oluyor. Gelmişler cübbeli cübbeli papalar, patrikler neyse kapının ağzında İstanbul'a giriş noktasında bembeyaz bir atın üzerinde Yirmi iki yaşında kartal bakışlı Sultan Fatih ile karşı karşıya gelmişler. Ama hemen sağ tarafında yanı başında sakalı göğsüne kadar uzanan bembeyaz mur saçlı Ahşemseddin'i de görmüşler. Acaba İstanbul'u fetheden Fatih bu yaşlı ihtiyar mı, bu genç delikanlı mı diye merak etmişler. Karar verememişler. Olsa olsa bu yaşlı ihtiyar olur. Delikanlıların kârı mıdır demişler, bu ihtiyardır Fatih.
Yeniden tekbir almıştır ikinci defa. Tekrar ellerini bağladıktan sonra üçüncü defa tekbiri almış, tekrar:
“Allah Allah! Bir şaşırma mı var, bir yanılma mı var?” diye düşünmüş. Bayram namazı değil, bir şey değil bu.
Tekbir neden tekrar ediyor? Namazdan sonra merakla, endişeyle sultanımız, efendimiz niçin namaza giriş tekbiri bir defa olduğu halde neden üç defa tekrar ettiniz dediklerinde bir gaye için, bir dava için demiştir.
Tekbir alıp namaza durduğum zaman, “Allah’ım, İstanbul’un fethini bize nasip ettin. Fakat senin Kabe’ne, senin Beytullah’ına, Mescid-i Haram’a perde olmasın. Bizim gözümüzü bağlamasın İstanbul. Önünden eşyayı, maddeyi, mesafeyi, dağları, denizleri kaldır. Kâbetullah’ı göreyim ya Rabbi,” demiş. Fakat müyesser olmamış, diyor.
Tekrar tekbir aldım, yeniden sığındım Allah’a. İstanbul’u perde yapma ya Rabbi. Kâbetullah’ı göster, kıbleyi karşıma çıkar. Tekbir alayım dedim. İkinci defada bir şeyler oldu. Üçüncüsünde mekan, mesafe kalktı, kayboldu. Beytullah siyah örtüsüyle karşıma dikildi. Ondan sonra tekbir aldım, diyor Fatih.
İstanbul’u fetheden ruhu anlayın. İslam’ı hâkim kılma gayreti olmayanların hiçbir fetih de nasibi yoktur. Fetih nerede? Fatih nerede?
Okullardan Kur’an-ı Kerim’i kaldıralı, tek bir nesil yetiştiremediler. Bir tek nesil. Göstersinler bakalım. Mekteplerden Kur’an-ı Kerim’i kaldıralı, İslam imanını ve İslam ahlakını, İslam ahkamını kaldırdıkları günden beri bir tek insan yetiştiremediler. Fatih nesillerde, Fatihleri doğuracak olan bir tek kadın koymadılar. Hepsini şehvetin, hepsini zinanın ve fuhşun zebunu haline getirdiler. Nerede Sultan Fatihleri doğuracak kadınlar? Bacağına geçirdiği daracık kot pantolonuyla, şehri gıcıklanmalarla akşama kadar şehvet arayan kadınlar mı, Fatihleri hayata getirecekler? Deniz kıyılarında şehvetten başka bir şey görmeyen, hayvani duygulara çalkalanan adil kadınlar mı, Fatih yetiştirecek? Kim getirecek? Neslimizi harap etmişlerdir bizim. Bizi fethin ruhundan koparmışlardır. Kur’an’ı kaldırıp atmışlardır. Hangi Fatih’ten bahsediyorsunuz? Kur’an’dan başka bir gayesi olmayan Sultan Fatih, 22 yaşında Bizans’ın binlerce yıl sökünüp atılmayan surlarını söküp atıyordu. Üç kıtaya hükmediyorlardı. Ama Kur’ansız bir hayat kuranlar, şimdi üç tane anarşistle başa kalkamıyorlar, başa çıkamıyorlar. Benim cebdim üç kıtaya hakimdir, bunlar üç tane serseriye hakim olamıyorlar. Nerede Fatih’ten, nerede Fetih’ten bahsediyorlar? Bunların Fatih’ten ve Fetih’ten bahsetmeye ne hakları var? Hangi Fetih’ten bah ne hakları var?
Hangi Fetih'ten bahsediyorlar?
Fethin ruhu burada düğümleniyor. Kur’an-ı Kerim ile kaynaklanıyor. Molla Camii Hazretleri’nin tespit ettiği bir hususu paylaşayım.
Kur’an’da “medhusena” edilen bir belde var. “Belde” memleket demektir. Belediye kelimesi buradan gelir. Yeryüzünde o kadar güzel bir memleket vardır ki, Kur’an tabiriyle “tayyibe” (çok güzel) ve “tatlı” anlamına gelir. Herkesin iştahını kabartan, hoşlandığı bir yerdir. Bu belde, dünyanın dikkatini çeken, iştahını çeken bir yerdir.
Molla Camii Hazretleri, bu beldeyi “Beldetün tayyibetün” olarak adlandırır. Hicri olarak tam Sultan Fatih’in İstanbul’u fethettiği tarihin aynısı çıkar. İstanbul’un fethine aynen tekabül eder.
Şimdi soruyorum: Kur’ansız fetih olur mu? Kur’ansız Fatih yetişir mi? Kur’ansız İslam hayata hakim olur mu? Kur’ansız namaz olur mu? Kur’ansız hayat olur mu? Kur’ansız mektep olur mu? Kur’ansız memleket olur mu? Kur’ansız beşer hayatı ıslah olur mu?
Bu noktada ittifak etmemiz ve Sultan Fatih’in dayandığı fetih kaynaklarını görmemiz gerekir. Sultan Fatih, İstanbul’u fethettikten sonra Batı Roma İmparatorluğu’na da aynı planları hazırlamıştır. Katolik dünyasını da teslim almaya karar vermiştir.
Eski Veziri Azamlardan Gedik Ahmet Paşa’yı İtalya’ya asker sevk etmiş ve İtalya’nın üzerine yürümüştür. İtalya’da Roma’daki papa korkusundan tacını tahtını bırakarak Fransa’ya kaçmıştır.
Hristiyan dünya çöküyor demişlerdir. Sultan Fatih’in hayatını ortadan kaldırmaya çalışmışlardır. On beş defa zehirlenmiştir, ama hiçbirinde başarılı olamamışlardır. Neticede Venedikli Yahudi Yakup Paşa, Sultan Fatih’i zehirlemiş, ancak askerler onu öldürmüşlerdir.
O günden beri ehl-i küfür bayram ediyor. Böyle bir Fatih çıkmasın diye çalışıyorlar. Böyle bir Fatih yetişmesin diye bize hiçbir şey vermediler ve kaynaklarımızı kuruttular.
Menbaalarımızı kuruttular, eğitim sistemlerimizi bütün hayat haysiyetlerimizi yıktılar. İnsanın aslı maymundur diyerek, Fatih yetişmesin diye hayvan yetişsin diye felsefeyi maymun olarak aldılar. O günden bugüne ne insan yetiştiği ne de Fatih memlekette. Milli eğitim sisteminin planladığı okullardan, mekteplerden sonunda insan değil, bir gününü parçalayan vahşi eşkıya güruhu, anarşist ve teröristler çıkmaya başlamıştır. Bugün hasbelkader Mehmetçik dipçiğini çekip alsa mektebin kapısında kimse okuyamayacaktır. İnşallah.
Bütün bunlara rağmen bu millet asrına dönecek ve Fatihini bulacaktır, inşallahü teâlâ! Fatihini bulacak yeniden! Kur’an’a dönecek yeniden! İslam hakim olacak yeniden! Ve yeryüzünde Allah’ın hükmü geçecek yeniden! Müslümanlar inşallah çalışıp devam edecek, şuurumuzu toplayacağız, haysiyetimizi bulacağız, İslam’a döneceğiz, inşallahü teâlâ.
Kardeşlerim, fazla uzatmayayım. Allahü teâlâ nasip ederse önümüzdeki hafta içinde bizim müftülüklerimizin müsaadesiyle gideceğimiz yerlerin de dün görevlilerinin tertibiyle davetiyle Perşembe günü Allah nasip ederse Düzce’de büyük bir konferans hazırlayacağız. Düzce’de Perşembe günü. Cuma günü buraya yetişeceğiz, Eminönü’ne. Cuma ertesi ayın yedisi, Gölcük Din Görevleri’nin daveti üzerine Gölcük’te Belediye Yazlık Sineması’nda büyük bir cemaate konferans arz edeceğim yine. Yedi Cuma ertesi günü önümüzdeki hafta. Pazar günü de yine Karamürsel civarında olacağım. O kısmı şöyle: emri bil maruf ile tebliğat, irşad ile dolaşıp yeniden döneceğim. Gelecek pazarda bulunamayacağız. Siz de biraz istirahat edin. Ben istirahate vakit bulamam. Dolaşmamız lazım. Siz de hususi işlerinizi, ahvalinizi biraz dinlenin, yapın. Daha sonraki pazar buluşmak suretiyle yeniden derslerimize biiznillah devam edeceğiz. Önümüzdeki hafta değil de daha sonraki pazar yeni tekrar toplaşmak ve buluşmak üzere, Ya Rabbi, günahlarımızı affeyle. Ya Rabbi, kusurlarımızı mağfiret eyle. Ya Rabbi, bizi huzuruna kabul ettin, Cennetine de layık eyle. İstanbul’u fetheden Fatih hürmetine, İstanbul’u fetheden askerler, ehlullah, evliyaullah hürmetine, bu millete yeniden fetihle razım eyle! Kur’an-ı Kerim’i bizlere hakim eyle! Bizleri ve bizim idarecilerimizi Kur’an-ı Kerim’in ahkamına mahdum eyle! Alem-i İslam’a fırsat ver, Ya Rabbi! Alem-i İslam’a imtihan ver, Ya Rabbi! Alem-i İslam’a zafer ver, Ya Rabbi! Alem-i İslam’a fetih ver, Ya Rabbi! El-Açibamin diyen kardeşlerimi affeyle Ya Rabbi El açıp amin diyen kardeşlerimi yeniden fetihlere mazhar eyle Ya Rabbi!
Her nefeste kelime-i şahadet ki, aşk ile buyrun!
Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhü ve Rasuluhu!
Yorumlar
Yorum Gönder